10.07.2008
Geçtiğimiz haftalarda dünyaya üç küçük bey geldiler. Ege, Ada ve Deniz. Denizlerde büyüsünler.
 
posted by deniz at 10:01 ÖÖ | Permalink | 3 comments
7.07.2008
PENDING OR DELIVERED?
Lütfen hoyrat davranmayınız.
 
posted by deniz at 11:21 ÖÖ | Permalink | 0 comments
5.07.2008
Kendimi bildim bileli nerde eski bir eser görsem dokunmaktan kendimi alıkoyamam. Gözlerim müze duvarlarında gezinir, kameraları tespit etmeye çalışır, kör noktaları bulur ve muhakkak o büstlerin, heykellerin bir köşesine gizlice elimi sürerim. Eskinin ne kadar eski olduğunun pek bir önemi yok. O taşı oyanın ya da oraya koyanın nasıl biri olduğunu düşünmek ve dört yaşındayken kahve içmekte kullandığım minik fincanıma dokunan elleri başka birininmişçesine hayal etmek aynı uzunlukta ve derinlikte hülyalara dalmam için yeterli. Bu hayaller başıma ufak tefek dertler açmamış da değil. 7-8 sene önce Antalya-Kaleiçi’nde restore edilmekte olan bir binaya yarı açık penceresinden girdikten bir süre sonra yakalanmıştım mesela. Öğrenci kimliğimin yanımda oluşu ve dandik iki yıllık restorasyon bölümünde okuyor olmama rağmen kimliğin üzerinde M.S.Ü. G.S.F. yazıyor olması kurtardı beni.
Okul demişken, 3-4 ayda bir rüyalarımda ya tekrar öğrenci olduğumu ya da hala okulu bitirememiş olduğumu görüyorum. Tabi buna rüya değil kabus deniyor. Birkaç gün önce rüyamda –tam da o günlerde yüksek lisans sınavlarıyla, mülakatlarıyla uğraşıyormuş Gökçe- 12 sene önce oturduğumuz Beylikdüzü’ndeki siteye benzeyen bir okulda öğrenciymişim. Gökçe orda yüksek lisans kazanmış ve nasıl olduysa beni de okulun başka bir bölümüne almışlar. Kendi arzumla girmediğimden eminim ve zaten rüya boyunca kaçmaya çalışıyorum. Okulun sadece bir kapısı var ve bir kez girdin mi çıkmana asla müsaade etmiyorlar. Okul-şehrin, okul-şehre kapısında durup karşıdan bakınca sol tarafında kalan kısmında dikenli tel veya duvar yok. Berbat sokaklar var. İşte oralardan kaçmaya çalışıyorum. O kadar korkunçlar ki rüyayı seyrederken “Bir daha o sokaklara gireceğime gecenin üçünde çiçekli elbisemle Ömer Hayyam’da yürürüm daha iyi” diye düşünüyorum. Herneyse efendim, kaçamıyorum işte, ağlaya sızlaya okulda dolaşıyorum. Bu arada Gökçe’yle aklımıza bakkal dükkanı işletmek geliyor. Tabi bunun için biryerlerden başlamak gerekiyor. İşte tam o esnada (hangi esnada?) aklımıza çoook dahiyane bir fikir geliyor. Halihazırda işlemekte olan bir dükkanda biraz ısınalım, işi öğrenelim diyoruz. Okulun oralardaki bir dükkana giriyoruz. Müşteri- bakkal ilişkilerini izliyoruz, öğreniyoruz. Dükkan kalabalıklaştığında da sırada bekleyenlerden beşer kuruş fazla alıp ne istiyorlarsa hemen veriyoruz. Sonra, daha fazla kar etme amacıyla gidip başka bir yerden 2,5 litrelik kola ve toptan patates cipsi alıyoruz. Bardakla kola ve bambu kaselerle cips satıyoruz. Meyve kasasına benzeyen acaip bir şeyin içinden cips yemeye başlıyorum. Tek kelimeyle iğrençler. Rüyayı görmekte olan ben “Dur Deniz, dur! Yeme! Madem bu kadar kötü bunların tadı, neden hala yiyorsun?” diyor. Uyanıyorum. Bakkal amcadan dayak yemeden uyandığım için şanslı olduğumu düşünüyorum. Evet, hala da öyle düşünüyorum..


Aslında ben bu yazıyı yazmaya dikişli karınla Sagalassos’u gezerken beğendiğim parçaları alıp götürme isteğimi anlatmak üzere başlamıştım. İlerde evime gelip masanın altındaki sütunu, sehpa olarak kullanılmakta olan heykel parçasını görürseniz “aaa ne de güzel imitasyonmuş” diye düşünmeyin diyecektim. Gardrobumu da Ayşegül Tecimer’in fotoğraflarını inceleyip ona göre düzüyorum şimdiden :)

 
posted by deniz at 11:45 ÖÖ | Permalink | 0 comments